Halil Cibran

Acı

Ve bir kadin, 'Bize acidan bahset' dedi.
Ve o cevap verdi:
'Aciniz, anlayisinizi saklayan kabugun kirilisidir.
Nasil bir meyvenin çekirdegi, kalbi Günes'i görebilsin diye
kabugunu kirmak zorundaysa, siz de aciyi bilmelisiniz.

Ve eger kalbinizi, yasaminizin günlük mucizelerini
hayranlikla izlemek üzere açarsaniz, acinizin, nesenizden
hiç de daha az harikulade olmadigini göreceksiniz;

Ve kirlarinizin üstünden mevsimlerin geçisini kabul ettiginiz gibi,
ayni dogallikla, kalbinizin mevsimlerini de onayliyacaksiniz.
Ve kederinizin kisini da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.
Acilarinizin çogu sizin tarafindan seçilmistir.

Aciniz, aslinda içinizdeki doktorun, hasta yaninizi
iyilestirmek için sundugu 'aci' ilaçtir.
Doktorunuza güvenin ve verdigi ilaci sessizce ve sakince için;
Çünkü size sert ve hasin de gelse, onun elleri
'Görülmeyen'in sefkatli elleri tarafindan yönlendirilir.

Ve size ilaci sundugu kadeh dudaklarinizi yaksa da,
O'nun kutsal gözyaslariyla islanmis kilden yapilmistir.'


Arkadaşlık

Ve bir genç, şöyle dedi: 'Bize arkadaşlıktan bahset.'

Ve o cevap verdi:

'Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir.
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.

O sizin sofranız ve ocak başınızdır.
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.

Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.

Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular
ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.

Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...

Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.

Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır
ve sadece yararsız olan yakalanır.

Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun.
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse,
meddini de bilmesine izin verin.

Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş
aramanızın anlamı olabilir mı?
Onu, zamanı yaşatmak için arayın.

Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.

Ve arkadaşlığın hoşluğunda,
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun.
Çünkü küçük şeylerin şebneminde,
yürek sabahını bulur ve tazelenir.'




Aşk

Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi:
'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.'
Yiğit bir genç karşılık verdi:
'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.'
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
'Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.'
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki:
'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.'
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi:
'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.'
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.'
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu:
'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.'
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi:
'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.'
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi:
'Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.'
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
'Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı.'
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
'Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır.'
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim:
'Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap...
Tanrım beni kutsal ateşine at...'




Beraberlik

Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? '

Ve o cevap verdi:

'Siz beraber dogdunuz ve hep öyle kalacaksiniz.
Ölümün beyaz kanatlari, sizin günlerinizi
dagittiginda da beraber olacaksiniz.

Siz Tanri'nin sessiz belleginde bile beraber olacaksiniz.

Fakat birlikteliginizde belli bosluklar birakin.

Ve izin verin, cennetlerin rüzgarlari aranizda dans edebilsin...

Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bag olmasin,
Daha ziyade, ruhlarinizin sahilleri arasinda
hareket eden bir deniz gibi olsun.

Birbirlerinizin bardaklarini doldurun;
ancak ayni bardaktan içmeyin...
Ekmeklerinizi paylasin; ama
birbirinizinkini yemeyin...

Beraberce sarki söyleyin, dans edin, cosun;
fakat birbirinizin yalnizligina izin verin;
Tipki bir lavtanin tellerinin ayri ayri olup,
yine de ayni müzikle titresmeyi bilmeleri gibi...

Birbirinize kalbinizi verin; ama digerinin saklamasi için degil;
Çünkü yalnizca Hayat'in eli, sizin kalplerinizi kavriyabilir...

Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakin degil,
Çünkü bir mabedin ayaklari arasinda mesafe olmalidir;
Ve mese agaciyla, selvi agaci,
birbirinin gölgesi altinda büyüyemez.'



Çocuklar

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.

Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,

Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.

Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin

Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.



Diğer Yanın

En şık elbiselerin
Diğer yanının tezgahında dokundu.
En tatlı yemeklerin
Diğer yanının sofrasında yediğin.
İstirahat ettiğin en rahat divan
Diğer yanının evindeki.
Allah aşkına!
De bana
Nasıl olur da
Kendini diğer yanından ayırabilirsin?



Düşünceler

Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda,
kumla köpüğün arasında.
Yükselen deniz ayak izlerimi silecek,
rüzgar köpüğü önüne katacak,
ama denizle kıyı daima kalacak.


Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır.

Anımsamak bir tür buluşmadır.
Unutmak ise bir tür özgürlük.

Yüreğimdeki mühür
kalbim kırılmadan çözülebilir mi?

Sevgililer birbirlerinden çok
aralarındakini kucaklarlar.

Arkadaşlık her zaman için
tatlı bir sorumluluktur,
asla bir fırsat değil.

Ancak büyük bir acı veya büyük bir sevinç
senin gerçeğini açığa çıkarabilir.
İşte böyle bir anda
ya güneş altında çıplak danset,
ya da çarmıhını taşı.

İnsanlık, sonsuzluğun dışından
sonsuzluğa akan bir ışık nehridir.

Şafağa ancak
gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir.

Gariptir ki,
kimi zevklerin tutkusudur,
acılarımızın bir kısmını oluşturan.

Kişinin hayal gücüyle, düşlerinin gerçeklesmesi arasındaki mesafe,
yalnızca onun yoğun isteğiyle aşılabilir.

Cennet orada,
şu kapının ardında,
hemen yandaki odada;
ama ben anahtarı kaybettim.
Belki de sadece koyduğum yeri unuttum.

Kuş tüyünde uyuyanların düşlerinin,
toprak üzerinde uyuyanlarınkinden
daha güzel olmadığı gerçeğinde,
yaşamın adaletine olan inancımı
yitirmem mümkün mü?

Bana kulak ver ki,
sana ses verebileyim.

Karşındakinin gerçeği
sana açıkladıklarında değil,
açıklayamadıklarındadır.
Bu yüzden onu anlamak istiyorsan,
söylediklerine değil,
söylemediklerine kulak ver.

Söylediklerimin yarısı beş para etmez;
ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir
diye konuşuyorum.

Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp,
sessiz erdemlerimi eleştirmeye
başladığında doğdu.

Bir gerçek her zaman bilinmek,
ama ara sıra söylenmek içindir.

İçimizdeki gerçek olan sessiz,
edinilmiş olan ise gevezedir.

İçimdeki yaşamın sesi,
senin içindeki yaşamın
kulağına ulaşamaz.
Yine de kendimizi yalnız
hissetmemek için konuşalım.

Sözcüklerin dalgası
hep üstümüzde olsa da,
derinliklerimiz daima dinginliğini korur.

Yaşam kalbini okuyacak
bir şarkıcı bulamazsa,
aklını konusacak
bir filozof yaratır.

Zihnimiz bir süngerdir,
yüreğimizse bir nehir.
Çoğumuzun akmak yerine,
sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!

Eger kış,
'Baharı yüreğimde saklıyorum'
deseydi, ona kim inanırdı?

Her tohum bir özlemdir.


Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir.
Arkasındaki gerçeği görürsün,
ama cam seni gerçekten ayırır.

Haydi seninle saklambaç oynayalım.
Yüreğime saklanırsan eğer,
seni bulmak zor olmaz.
Ancak kendi kabuğunun
ardına gizlenirsen,
seni bulmaya çalışmak
bir işe yaramaz.

Neşeli yüreklerle birlikte
neşeli şarkılar söyleyen
kederli bir kalp ne kadar yücedir.

Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim,
durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.

Hayır, boşuna yaşamadık biz!
Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı?

Özel ve ayrımcı olmayalım.
Unutmayalım ki, şairin aklı da,
akrebin kuyruğu da gururla
aynı yeryüzünden yükselir.

Evim der ki, 'Beni bırakma,
çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'
Yolum der ki, ' Gel ve beni izle,
çünkü ben senin geleceğinim.'
Ve ben hem eve, hem de yola derim ki,
'Benim ne geçmişim,
ne de geleceğim var.
Eğer kalırsam,
kalışımda bir ayrılış vardır;
gidersem,
ayrılışımda bir kalış.

Yalnızca sevgi ve ölüm
her şeyi değiştirebilir.'

Daha dün, yaşam küresi içinde
uyumsuzca titreşen bir kırıntı
olduğumu düşünürdüm.
Şimdi biliyorum ki,
ben kürenin ta kendisiyim,
ve uyumlu kırıntılar halinde
tüm yaşam içimde devinmekte.

Adlandıramadığın nimetleri özlediğinde,
ve nedenini bilmeden kederlendiğinde,
işte o zaman büyüyen her şeyle
beraber büyüyecek ve
üst benliğine uzanacaksın.

Ağaçlar yeryüzünün
gökkubbeye yazdığı şiirlerdir.
Ama biz onları devirir ve
boşluğumuzu kaydedebilmek için
kağıda dönüştürürüz.

Güzelliğin şarkısını söylersen eğer,
çölün ortasında tek başına olsan bile
bir dinleyicin olacaktır.

Esin daima şarkı söyler;
asla açıklamaya çalışmaz.

En büyük sarkıcı,
sessizliğimizin şarkısını söyleyendir.

Eğer ağzın yemekle doluysa
nasıl şarkı söyleyebilirsin?
Ve eğer elin altınla yüklüyse,
şükretmek için nasıl kaldırabilirsin?

Sözler zamansızdır.
Onları zamansızlıklarını bilerek
söylemeli ya da yazmalısın.

Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir.
O, kanayan bir yaradan
veya gülümseyen bir ağızdan
yükselen bir şarkıdır..


Kum ve Köpük - 1926

Eğitim

Sonra bir ögretmen, 'Bize egitimden bahset.' dedi.

Ve o cevap verdi: y

'Hiç kimse size, içinizdeki bilginin safaginda halen
yari uykuda olandan bir zerre fazlasini açiklayamaz.

Takipçileri arasinda mabedin gölgesinde
yürüyen bir ögretmen, size bilgeligini degil
sadece inancini ve sevgisini verebilir.

Eger gerçek bir bilgeyse,
bilgeliginin evine davet etmek yerine,
sizi kendi aklinizin esigine dogru yönlendirir.

Bir astronomi bilgini,
size uzayla ilgili anlayisindan bahsedebilir
ama anlayisini size veremez.

Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle
bir sarki söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulagi,
ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.

Ve semboller ilminde usta biri,
size simgesel alanlardan söz eder,
ama sizi oralara tasiyamaz.

Çünkü bir kisinin sahip oldugu ilham,
kanatlarini baska birine ödünç veremez.

Ve nasil herbiriniz Tanri'nin bilgisinde özgün
bir yere sahipseniz, sizin de Tanri'yi kayrayisiniz
ve dünyayi anlayisiniz tek basiniza ve size özel olacaktir.'




Ermiş

Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa,
tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp
kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.

Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde,
şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı
ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.

O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı.
Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.

Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü:

'Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?
Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..

Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler,
yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve
yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?

Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki,
özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki,
sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..

Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil,
kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..

Geride bıraktığım bir düşünce değil,
açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...

Yine de daha fazla oyalanamam...

Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor;
yola çıkmalıyım...

Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken,
donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...

Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?

Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz.
Boşluğu yalnız başına aramalı...

Ve kartal, tek başına,
yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı...'

Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü
ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran
gemisinin limana yanaştığını gördü.

Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:

'Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri...
Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız.
Şimdi benim uyanışıma geldiniz,
ki bu benim en derin rüyam olmalı...

Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.

Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım,
sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...

Ve sonra aranızda yerimi alacağım,
gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...

Ve sen, engin deniz, uyuyan anne,
nehrin, ırmağın özgürlüğü...

Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak,
bu arazide bir kere daha çağıldayacak...
Ve ben sana geleceğim,
sınırsız okyanusa sınırsız bir damla...'

Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan,
erkeklerin ve kadınların
şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü.
Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini
ve kendi adını çağırdıklarını duydu.

Şöyle düşündü:

'Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak?
Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?

Sabanını tarlanın ortasında bırakana,
üzüm cenderesinin çarkını durdurana
ben ne verebilirim?

Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de
derleyip onlara sunabilsem..

İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...

Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı,
yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?

Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde
başkalarına güvenle dağıtabileceğim
nasıl bir hazine buldum?

Eğer bugün hasat günüyse, hangi tarlalara
ve hangi anımsanmayan mevsimlerde
tohumları ekmiş olabilirim?

Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse,
içinde yanan benim alevim olmayacak...

Kendimi bomboş ve karanlık hissederek
fenerimi kaldıracağım...

Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak;
onu yakacak da...'

Bunlar kelimelere dökülenlerdi.
Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı.
Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...

Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi.
Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.

Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:

'Henüz gitme; bizi bırakma.

Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun;
ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.

Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin.
Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...

Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını
ve acısını yaşamasın.'

Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:

'Denizin dalgalarının bizi ayırmasına,
aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.

Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen,
yüzümüze düşen bir ışık oldu.

Seni çok sevdik; ama sevgimiz
sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.

Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor;
sevgimiz önüne seriliyor.

Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini,
ayrılma anına kadar anlıyamıyor...'

Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi.
Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar,
göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.

Sonra, kalabalıkla birlikte
tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.

Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.

Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı;
çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan
ve inanan bu kadın olmuştu.

Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:

'Tanrının sevgili kulu,
son noktayı keşfedebilmek için
uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.

Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.

Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için
duyduğun hasret çok derin.
Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir,
ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.

Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı
ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.

Ve biz onu çocuklarımıza,
onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar
ve o hiç bir zaman yok olmayacak...

Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve
uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını
ve kahkahalarını dinledin.

Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında
yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat.'

Ve o cevap verdi:

'Orphales halkı,
tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte,
size neden bahsedebilirim? '




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder